kendime alışamadım
içimden
fırlatıp atasım gelir
olmaz
içimdir
Bursa - 13.12.2014
Etiketler
kırıntılarım
(281)
şiirlerim
(139)
denemelerim
(34)
yarım şiirlerim
(30)
nadasta
(5)
giriş cümleleri
(1)
13 Aralık 2014 Cumartesi
29 Kasım 2014 Cumartesi
kırıntı
o kadar vakitsizce yalnız olurum ki
evren doluşur içime
kapıdan kovmazam da
bacadan girer
(Bursa - 29.11.2014)
evren doluşur içime
kapıdan kovmazam da
bacadan girer
(Bursa - 29.11.2014)
28 Kasım 2014 Cuma
23 Kasım 2014 Pazar
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği Üzerine
"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği": Nietzsche'nin görüşlerine dayanan Milan Kundera eseri. Madem ki bir kere yaşıyorum, o halde yaptıklarımın doğru ya da yanlış olduğunu ancak tarih gösterebilir ve ne ben, ne de kimse bilemez. O halde bu durum bana yapacaklarımın seçiminde müthiş bir özgürlük sağlar. Öyle ya, sonucunu kimsenin bilmediği davranışlarım hakkında kimse yargıda bulanamayacağına göre, ben istediğimi kimseye hesap vermeden yapmakta alabildiğine özgürümdür. Sadece topluma karşı değil, kendime, vicdanıma ve özyargıma karşı bile. Yaşıyor olmak, varolmak bana bu hakkı verir. Dolayısıyla sadece varolmam alacağım kararların sorumluluğundan beni alabildiğine özgür kılar. Bu o derece bir özgürlüktür ki inanılmaz ağırlıksız ve hafiftir. Hatta bir yerden sonra bu hafiflik katlanılmaz, dayanılmaz bir hal alabilir. Alacağım kararlarda alabildiğine özgür olmam beni tutunacak bir daldan, bir anlamdan, yüce bir amaçtan mahrum kılar. Giderek bu özgürlüğün getirdiği hafiflik, bu sonsuz özgürlük katlanılmaz bir hal almaya başlar. İnsan bu katlanılmaz özgürlüğü, yapay bir anlama köle olma uğruna terk etmek ve bu işkenceden kurtulmak için kendisine suni anlamlar, hayatına aslında mevcut olmayan sorumluluklar ve kurallar yükler ve onların kölesi olmayı tercih eder. İşte bu varolmanın dayanılmaz hafifliğidir...
Bursa - 23.10.2014
Bursa - 23.10.2014
9 Kasım 2014 Pazar
son görüşte aşk
kağıttan bir çocuktu
yırtılmaktan korkardı
makaslardan ve buruşmaktan
son görüşte aşktı
ateşle tanışması
kendini yedi bitirdi
aşkını yaşatmak için
oysa
onsuz aşk yoktur
Bursa - 09.11.2014
yırtılmaktan korkardı
makaslardan ve buruşmaktan
son görüşte aşktı
ateşle tanışması
kendini yedi bitirdi
aşkını yaşatmak için
oysa
onsuz aşk yoktur
Bursa - 09.11.2014
çiçek pasajı
- o güzel insanlara -
insan tabakalarını sıyırarak gel
inan her şey eskisi gibi olacak
yerinde duramayan tek şey zaman
bir gecelik belki o da duracak
bağrına basacak seni kardeşçesine
içinden tek ve hür yetiştiğin orman
heybetli gövdeler taze filizler
kalbinin tam ortasından vuracak
çiçek pasajında belki yağmurlu
belki gölgeleri uzun belki gölgesiz
belki hayattan hiçbir şey anlamadığın
belki kendi sorularından bunaldığın
belki böyle bir akşam çiçek pasajında
kendi türlü gölgelerinle tanışırsın
ellerinden kayıp gittiğini sandığın
ya da hiç bilmediğin, inanmadığın
Bursa - 09.11.2014
insan tabakalarını sıyırarak gel
inan her şey eskisi gibi olacak
yerinde duramayan tek şey zaman
bir gecelik belki o da duracak
bağrına basacak seni kardeşçesine
içinden tek ve hür yetiştiğin orman
heybetli gövdeler taze filizler
kalbinin tam ortasından vuracak
çiçek pasajında belki yağmurlu
belki gölgeleri uzun belki gölgesiz
belki hayattan hiçbir şey anlamadığın
belki kendi sorularından bunaldığın
belki böyle bir akşam çiçek pasajında
kendi türlü gölgelerinle tanışırsın
ellerinden kayıp gittiğini sandığın
ya da hiç bilmediğin, inanmadığın
Bursa - 09.11.2014
6 Kasım 2014 Perşembe
Bu kez farklı olacak
İşte yine orada, bir şeyi uzun süre çok isteyip de, birden soluğunu dibinde hissedecek kadar yakınında bulduğun, o tehlikeli konumdasın... Tam da artık ümidi kesmişken, o kadar iştahla ve dünden hazır beklediğin uzun aylar, yıllar zamana yenik düşmüşken, en beklemediğin anda gelip çatıvermesi ve elini ayağına dolaştırıvermesi ve seni o yıkılmaz kale gibi duran halinle hazırlıksız yakalayıvermesinin ürkütücülüğü ve heyecanını aynı yürekte taşıyabilmek... Sanki kıpırtısız bir halde çamura saplanmış sandığın ve ömrünün sonuna kadar gözden çıkardığın kaderinin çarklarının dönmeye başladığını duyuyorsun. Yüreğinin derinliklerinden yıllardır yağlanmamış mekanizmaların gıcırtıları geliyor. Başın dönüyor. Evet bir şeyler değişebilir, değişecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Umudun tatlı zehirinin kanına karışmaya başladığı andır bu. Kaskatı kesilmiş ruhunu sıcak bir şerbet gibi dolaşan bu ölümcül sıvı dikkat etmezsen yıkımın olabilir bilirsin. Defalarca açılıp kanayan, pıhtılaşıp kapanan, tazeyken körpe kabukların altında onları zorlayan bir kalp gibi atan, hatta yıllarca sonra bile zaman zaman kendisini ve acılarını hatırlatan yaralarının üzerini kaplayan o sahte kalın nasırlı derinin, yaralarının kabuklarından oluşan ve seni bugüne kadar koruyup kollayan o delinmez zırhın yavaş yavaş gevşemeye ve erimeye başladığını bilirsin. Eski yaraların çığlıkları bir zamanlar cıvıltılarla dolu o boşaltılmış anı odalarında yankılanmaya başlamıştır yeniden. Kuru bir kütüğe durmuş bedenini sağından solundan minik minik kemirmeye başlar o narin filizler. Umut yeni bir hayatın hayaleti gibi doldurmaya başlamıştır artık içini. Bilirsin geri dönüşü yoktur. O eşik kaçınılmaz bir şekilde geçilmiş, reaksiyon başlamış, içindeki ölü maya kımıldanmaya ve seni dönüştürmeye başlamıştır bir kere. İçin titremeye başlar, heyecandan ve korkudan. Ama çaresi yoktur. Defalarca yaşadığın bu yıkım, ekşime, çürüme ve taşlaşma döngüsü bir kez daha harekete geçmiştir ve her seferinde olduğu gibi bu defa da "bu kez farklı olacak" yalanlarıyla girmiştir kanına. O güzel fısıltı, çekici sesiyle kulağına boşalır: "Bu kez farklı olacak"
(Bursa, 06.11.2014)
(Bursa, 06.11.2014)
1 Kasım 2014 Cumartesi
22 Ekim 2014 Çarşamba
kırıntı
sana dokunduğumda
ellerim avuçlarım dağılırdı
yıldızlar dağılırdı içime
sesini duyduğumda
zaman saçılırdı içimden
dudaklarına
(Bursa - 22.10.2014)
ellerim avuçlarım dağılırdı
yıldızlar dağılırdı içime
sesini duyduğumda
zaman saçılırdı içimden
dudaklarına
(Bursa - 22.10.2014)
19 Ekim 2014 Pazar
friction
zor zamanların insanları
zor havaların insanları
ellerinde yangınlarla
ruj kokuları dudaklarında
tek başına yalnızlıklarla
merdivenler arasında ağlıyorlar
mutlu yalnızlık yoktur
bilim paranın emrinde
bilgi paranın emrinde
kültür paranın emrinde
ve aşk
bunu her yerde gördük
sürtünerek ilerliyor zaman
yanlış yöne doğru
sürtünerek yüreğimize
parçalar koparıyor
kıvılcımlar saçarak
Bursa - 19.10.2014 / Filmekimi - Turist
zor havaların insanları
ellerinde yangınlarla
ruj kokuları dudaklarında
tek başına yalnızlıklarla
merdivenler arasında ağlıyorlar
mutlu yalnızlık yoktur
bilim paranın emrinde
bilgi paranın emrinde
kültür paranın emrinde
ve aşk
bunu her yerde gördük
sürtünerek ilerliyor zaman
yanlış yöne doğru
sürtünerek yüreğimize
parçalar koparıyor
kıvılcımlar saçarak
Bursa - 19.10.2014 / Filmekimi - Turist
17 Ekim 2014 Cuma
yanan
haydi kalkıp gideyim
şimdi duvarlar küser
bütün yollar aynı
aynı yere çıkan bir sürü yolla
başbaşa kaldım
paslanmış trafik levhaları
kendinden geçmiş fren balataları
pıhtılaşmış yalnızlıklar
arasından gördüğüm
yanan ağaçlar
ışıklardan yanan şehirler
kendiliğinden alev alan bir yürek
akşamdan kalma
ılık yaz sabahları
(Bursa - 17.10.2014)
(Filmekimi - Boyhood)
şimdi duvarlar küser
bütün yollar aynı
aynı yere çıkan bir sürü yolla
başbaşa kaldım
paslanmış trafik levhaları
kendinden geçmiş fren balataları
pıhtılaşmış yalnızlıklar
arasından gördüğüm
yanan ağaçlar
ışıklardan yanan şehirler
kendiliğinden alev alan bir yürek
akşamdan kalma
ılık yaz sabahları
(Bursa - 17.10.2014)
(Filmekimi - Boyhood)
gloomy
sadece yalnızlık kaldı elimde
onu alamayacaksınız
tek tek tanıyorum yüzlerini yalnızlığın
çekip gidişlerini
ben bakakalmışken arkalarından
ya da umursamazken
en güzel şeylerden sıkılmışken
sanki siyah tül perdeler arkasından
seyrederken dünyayı
utanılacak bir şey yok yalnızlıktan
başkaları utansın
(Bursa - 17.10.2014)
(Filmekimi - Boyhood)
onu alamayacaksınız
tek tek tanıyorum yüzlerini yalnızlığın
çekip gidişlerini
ben bakakalmışken arkalarından
ya da umursamazken
en güzel şeylerden sıkılmışken
sanki siyah tül perdeler arkasından
seyrederken dünyayı
utanılacak bir şey yok yalnızlıktan
başkaları utansın
(Bursa - 17.10.2014)
(Filmekimi - Boyhood)
mutlu yalnızlık yoktur
o altın çağ bitti
kendimi fermuarından patlamış bir çantada taşıyorum
artık
garip ışıkların yapışkan gölgeleri altında
dinmeyen bir kansızlık
metal kaplardan susuzluğuma boşalan
suyun üzerinde kalan
sadece hatalarım
bir de başkalarının düşünceleri
bir de karanlık bir gökyüzü
hiç göremediğim
benim için anlamı büyük bu karanlıkların
arkamdan ağlamış mıdır
sesi artık benimle olmayan?
farkettim de ne kadar zaman geçse de
bütün yüzler ona benziyor
daha devamı gelecek belli ki
bazen de bu kocaman sessizlikte
onun seslenişinin ortasında kalakalıyorum
bir de
düzeltmeler
yeni günler
uzun boylu insanlar
tuvalette geçen zaman
umrumda değil hiçbir şey
kafamda hep
bir sonraki adım
bir sonraki kafa karışıklığı
ne kadar hızlı bir yalnızlık bu
kendi sessizliğinden ürken
kuş sürüleri gibi gelip geçen
kandırma hiç kendini
yalnızlık kalıcıdır.
Bursa - 17.10.2014 / Filmekimi - Boyhood
kendimi fermuarından patlamış bir çantada taşıyorum
artık
garip ışıkların yapışkan gölgeleri altında
dinmeyen bir kansızlık
metal kaplardan susuzluğuma boşalan
suyun üzerinde kalan
sadece hatalarım
bir de başkalarının düşünceleri
bir de karanlık bir gökyüzü
hiç göremediğim
benim için anlamı büyük bu karanlıkların
arkamdan ağlamış mıdır
sesi artık benimle olmayan?
farkettim de ne kadar zaman geçse de
bütün yüzler ona benziyor
daha devamı gelecek belli ki
bazen de bu kocaman sessizlikte
onun seslenişinin ortasında kalakalıyorum
bir de
düzeltmeler
yeni günler
uzun boylu insanlar
tuvalette geçen zaman
umrumda değil hiçbir şey
kafamda hep
bir sonraki adım
bir sonraki kafa karışıklığı
ne kadar hızlı bir yalnızlık bu
kendi sessizliğinden ürken
kuş sürüleri gibi gelip geçen
kandırma hiç kendini
yalnızlık kalıcıdır.
Bursa - 17.10.2014 / Filmekimi - Boyhood
14 Ekim 2014 Salı
kayıp kuş gölgeleri altında
kendi kısalığından bahsediyor gün
oysa eskiden sesi çıkmazdı
ben küçüktüm
uzayıp giderdi içimde
zaten
bir zaman geliyor
her şeyden bıkıyorsun
kendi damarlarından bile
bir kayıptır aslında
kuş gölgelerinin altında uyuklayıp
kalıyorsun
kuşları seyretmeye vaktin yok
sanıyorsun
(Bursa - 14.10.2014)
oysa eskiden sesi çıkmazdı
ben küçüktüm
uzayıp giderdi içimde
zaten
bir zaman geliyor
her şeyden bıkıyorsun
kendi damarlarından bile
bir kayıptır aslında
kuş gölgelerinin altında uyuklayıp
kalıyorsun
kuşları seyretmeye vaktin yok
sanıyorsun
(Bursa - 14.10.2014)
6 Ekim 2014 Pazartesi
1 Ekim 2014 Çarşamba
30 Eylül 2014 Salı
29 Eylül 2014 Pazartesi
kum saati
bu kadar beklediğim şey
zamansızlıkmış meğer
bu kadar özlediğim şey
kavuşamamakmış zaten
bu kadar hayalini kurduğum
zaten hiç olmayacağını gördüğüm
o anmış işte
sonunda
yağmur diye yüzümü çevirdiğim
gökyüzünün kumlarıymış dökülen
içime dolan, sığmayan, ağzımdan taşan
güneşin kızıla büründüğü saatmiş
kum saati
içimde kumlar doğuran
içime kumlar batıran
(Bursa - 29.09.2014)
zamansızlıkmış meğer
bu kadar özlediğim şey
kavuşamamakmış zaten
bu kadar hayalini kurduğum
zaten hiç olmayacağını gördüğüm
o anmış işte
sonunda
yağmur diye yüzümü çevirdiğim
gökyüzünün kumlarıymış dökülen
içime dolan, sığmayan, ağzımdan taşan
güneşin kızıla büründüğü saatmiş
kum saati
içimde kumlar doğuran
içime kumlar batıran
(Bursa - 29.09.2014)
21 Eylül 2014 Pazar
amor em português
portekizce seveceksin beni
seni doyumsuz öpeceğim
dudakların çiçeğe duracak
portekizce tutacaksın elimi
şarkılar söyleyeceğim sana
bir bakmışsın kalbim aslında
güneşten kopmuş bir parça
portekizce uyanacaksın yanımda
yastığımda gülücükler olacak
ve dünkü gölgen hala asılı duvarda
bak içimde binlerce mum yanıyor
ne rüzgarlar ne yağmurlar umrumda
Bursa - 21.09.2014
seni doyumsuz öpeceğim
dudakların çiçeğe duracak
portekizce tutacaksın elimi
şarkılar söyleyeceğim sana
bir bakmışsın kalbim aslında
güneşten kopmuş bir parça
portekizce uyanacaksın yanımda
yastığımda gülücükler olacak
ve dünkü gölgen hala asılı duvarda
bak içimde binlerce mum yanıyor
ne rüzgarlar ne yağmurlar umrumda
Bursa - 21.09.2014
kuluçka
avm girişi
yalnızlığım delik deşik
bakıyorum milyonlarca çocukla doldurmuşlar dünyayı
ben ise sadece hayal kırıklıkları doğuruyorum durmaksızın
yüzlerce yıl beklesem de içimden bir "sen" çıkmıyor
(Bursa - 21.09.2014)
yalnızlığım delik deşik
bakıyorum milyonlarca çocukla doldurmuşlar dünyayı
ben ise sadece hayal kırıklıkları doğuruyorum durmaksızın
yüzlerce yıl beklesem de içimden bir "sen" çıkmıyor
(Bursa - 21.09.2014)
Deneme
Rüyamda: Denizde uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda zifiri karanlık bir gece. Üzerimde yıldızlardan ürkütücü bir örtü. Kilometrelerce uzakta silik ışık şeridini görüyorum ayrıldığım sahilin. Su zifiri karanlık. Sadece dalga sesleri.
Bir saniye içinde kafama balyoz gibi giren panik, korku, pişmanlık, yalnızlık, çaresizlik, yitiklik, boşunalık, annem, babam, ölüm... İçimden yükselen son bir haykırış: "Ben kapkaranlık bir çıkmaz sokak mıyım?". Beynim hepsini birden kaldıramadı. Uyanıyorum.
Belki de hiç uyanmamalıydım...
Bursa - 21.09.2014
Bir saniye içinde kafama balyoz gibi giren panik, korku, pişmanlık, yalnızlık, çaresizlik, yitiklik, boşunalık, annem, babam, ölüm... İçimden yükselen son bir haykırış: "Ben kapkaranlık bir çıkmaz sokak mıyım?". Beynim hepsini birden kaldıramadı. Uyanıyorum.
Belki de hiç uyanmamalıydım...
Bursa - 21.09.2014
20 Eylül 2014 Cumartesi
tribute
ben aslında kimim ya da önceden kimdim
o sahilinde koştuğum deniz neredeydi
küçüktüm, herkes büyüktü, yıllar önceydi
öğleden sonraları uyuşurdu zaman
çatlak sıvaları, böcek vızıltıları
ve insanı sarhoş eden duru sıcağıyla
eskimiş sokakları birbirine giren
o tozlarında büyüdüğüm şehir neredeydi
şimdi durup dururken aklıma geldi
belki de sadece uyumalıydım
bir ateş vardı içimde, her tarafa sıçradı
içimde yalnızlığın çiçekleri yumurtladı
neden seviyorum gökyüzünü kim bilir
peki neden sürekli duvarlar içinde sımsıkı
tutuyorum kendimi, böcekler ölüyor
akıp giden şeyler hep hüzünlü oluyor
Bursa - 20.09.2014
o sahilinde koştuğum deniz neredeydi
küçüktüm, herkes büyüktü, yıllar önceydi
öğleden sonraları uyuşurdu zaman
çatlak sıvaları, böcek vızıltıları
ve insanı sarhoş eden duru sıcağıyla
eskimiş sokakları birbirine giren
o tozlarında büyüdüğüm şehir neredeydi
şimdi durup dururken aklıma geldi
belki de sadece uyumalıydım
bir ateş vardı içimde, her tarafa sıçradı
içimde yalnızlığın çiçekleri yumurtladı
neden seviyorum gökyüzünü kim bilir
peki neden sürekli duvarlar içinde sımsıkı
tutuyorum kendimi, böcekler ölüyor
akıp giden şeyler hep hüzünlü oluyor
Bursa - 20.09.2014
19 Eylül 2014 Cuma
18 Eylül 2014 Perşembe
ölümtrak vakitsizlikler
yağmur renginde
ayna renginde
cam renginde
ışık renginde
bir karanlık
boş odada
yalnız
ben
Bursa - 18.09.2014
ayna renginde
cam renginde
ışık renginde
bir karanlık
boş odada
yalnız
ben
Bursa - 18.09.2014
17 Eylül 2014 Çarşamba
12 Eylül 2014 Cuma
10 Eylül 2014 Çarşamba
5 Eylül 2014 Cuma
depress
sanki yağmur düşemiyor
huzursuzluğumla yüklü
milyarlarca minik bulutla
kaplı gökyüzü
ayaklarımın altında uzanan
cıvık bir karanlık
duraklasam yutacak
adım atsam boğacak beni
damarlarıma doluşan
irinli bir yalnızlık
beni yalnız bırakmayan
ellerim bir yoğun sisin
avuçlarında
Mudanya-Yenikapı - 05.09.2014
huzursuzluğumla yüklü
milyarlarca minik bulutla
kaplı gökyüzü
ayaklarımın altında uzanan
cıvık bir karanlık
duraklasam yutacak
adım atsam boğacak beni
damarlarıma doluşan
irinli bir yalnızlık
beni yalnız bırakmayan
ellerim bir yoğun sisin
avuçlarında
Mudanya-Yenikapı - 05.09.2014
3 Eylül 2014 Çarşamba
freestayla
iki mavi arasında
çırpınıp duruyorum
deniz içimde saklı
gökyüzü damarlarımda
soluyorum gökyüzünü
içime çektiğim rüzgar
kanımda kalbi atıyor okyanusların
bakıyorum kum
bakıyorum martı
bakıyorum balık
bakıyorum bulut
suya nefesimi veriyorum
suya nefes veriyorum
(Bursa - 03.09.2014)
çırpınıp duruyorum
deniz içimde saklı
gökyüzü damarlarımda
soluyorum gökyüzünü
içime çektiğim rüzgar
kanımda kalbi atıyor okyanusların
bakıyorum kum
bakıyorum martı
bakıyorum balık
bakıyorum bulut
suya nefesimi veriyorum
suya nefes veriyorum
(Bursa - 03.09.2014)
31 Ağustos 2014 Pazar
grotesk
saat sabahın dördü
uyanıyorum
sanki bir şey yapmam gerekiyor
denizleri mi sulamalıyım?
hayır hayır bu değil
üzerime örtündüğüm
bir depresyon mavisi mi?
beni sıcak tutsun diye
bir yalan mı yoksa
her gün yeniden inandığım?
her şey tozdan aslında
savaşlar, cd'ler, aşklar
zafer kuşları, altın ve turuncu bronz
yazık sadece biz öpücük ve tükürükteniz
niye ölmeyelim?
doğumumuz silinip gidiyor çoktandır
zaten
yavaş bir ağaca hareket veren
o ilk tanrının uyuşukluğuyla
geçmiyor ağlamaklı bir öğle sonrası
zamanın ağır yükü
katman katman açılıyor
aralarında sıkışmış
daha olmamış kadar yeni duran
antik anılar
takılıp kalmış aklımın ortasında
yalayıp duruyor gri hücrelerimi
dili alevli ejderhalar gibi
kuytu bir yerlerime çöreklenmiş
dağlıyor berrak bir sisin içinden
ve emirler yağdırıyor
ve sonunda
işte yüzler
çıkıyorlar yavaş yavaş
üzerlerini örttüğüm yerlerinden
maskeleri abuk subuk çürümüş
pili biten bir güneş
sırtını dağlara dönmüş
rüzgara gömülmüş ağaçlar
nemleriyle kavrulmuş tatlı su yosunları
fil yumurtaları gibi ansızın karşıma çıkan
o soğuk gemiler nerede
küçük yelkenleriyle
içimde yaralar açan?
bu dünyanın dışına yürüyoruz
güneş arkamızdan doğacak
bulutları soluyacağız ya sonra
içimizde saf kırmızı bir gökkuşağı
bırakarak gitsin diye ansızın
bir yalvarmadığımız kalacak
sanki bir şey yapmam gerekiyor
denizleri mi sulamalıyım?
hayır hayır bu değil
bir savaş gerekiyor
savaşmam gerekiyor
elimde ne varsa
küfrede ede fırlatmam gerekiyor
yaralarından çiçek açan
görünmez bir düşmana
hayır hayır bu değil
ama sonunda o olacak
iyi huylu çıktı savaş
bak opak ve ışık yutan
bir şeyler bulacağımı umduğum
o eski el değmemiş savaş meydanlarında
kanın köpürdüğü
kanın tere ve kurşuna karıştığı
eskiyip giden ruhların nefesini tükettiği
kokuşmuş siperlerini
kanla karışık bir yağmurun doldurduğu
bu kusarak atamayacağın tiksintiye rağmen
iyi huylu çıktı savaş
düpedüz yalan desem
başta kendim inanmam
tüm ölümlere taziye sun
ölümlü olmak bunu gerektirir
diyorum bir yandan da
şu an işte aynı meydan
tırlar oyuyorlar vadiyi
yeşil hayalleri taşıyorlar
ve uzak şehirlerin yağmasını
oradan oraya
bir şeylere benziyor bu
bununla tamamen alakasız
aşkın engellenemez büyüyüp gitmesi
bastırmamıza rağmen
öldürüp boğmamıza rağmen
filiz vermesi eğreti zamanlarda
eğreti insanlara
hayır hayır bu değil
sonra bir şey buldum yine de
öpücükleri rüzgarlar doğuran
eğer
o şey
biriyse
sendin.
Bursa - 31.08.2014
uyanıyorum
sanki bir şey yapmam gerekiyor
denizleri mi sulamalıyım?
hayır hayır bu değil
üzerime örtündüğüm
bir depresyon mavisi mi?
beni sıcak tutsun diye
bir yalan mı yoksa
her gün yeniden inandığım?
her şey tozdan aslında
savaşlar, cd'ler, aşklar
zafer kuşları, altın ve turuncu bronz
yazık sadece biz öpücük ve tükürükteniz
niye ölmeyelim?
doğumumuz silinip gidiyor çoktandır
zaten
yavaş bir ağaca hareket veren
o ilk tanrının uyuşukluğuyla
geçmiyor ağlamaklı bir öğle sonrası
zamanın ağır yükü
katman katman açılıyor
aralarında sıkışmış
daha olmamış kadar yeni duran
antik anılar
takılıp kalmış aklımın ortasında
yalayıp duruyor gri hücrelerimi
dili alevli ejderhalar gibi
kuytu bir yerlerime çöreklenmiş
dağlıyor berrak bir sisin içinden
ve emirler yağdırıyor
ve sonunda
işte yüzler
çıkıyorlar yavaş yavaş
üzerlerini örttüğüm yerlerinden
maskeleri abuk subuk çürümüş
şekilsiz eciş bücüş suratlarıyla
çok iyi tanıyorum hepsini
mevsimler kaçışıyor
aylarla savaşak
tatil boyu denizleri hidrojenle bombalayanpili biten bir güneş
sırtını dağlara dönmüş
rüzgara gömülmüş ağaçlar
nemleriyle kavrulmuş tatlı su yosunları
fil yumurtaları gibi ansızın karşıma çıkan
o soğuk gemiler nerede
küçük yelkenleriyle
içimde yaralar açan?
bu dünyanın dışına yürüyoruz
güneş arkamızdan doğacak
bulutları soluyacağız ya sonra
içimizde saf kırmızı bir gökkuşağı
bırakarak gitsin diye ansızın
bir yalvarmadığımız kalacak
sanki bir şey yapmam gerekiyor
denizleri mi sulamalıyım?
hayır hayır bu değil
bir savaş gerekiyor
savaşmam gerekiyor
elimde ne varsa
küfrede ede fırlatmam gerekiyor
yaralarından çiçek açan
görünmez bir düşmana
hayır hayır bu değil
ama sonunda o olacak
iyi huylu çıktı savaş
bak opak ve ışık yutan
bir şeyler bulacağımı umduğum
o eski el değmemiş savaş meydanlarında
kanın köpürdüğü
kanın tere ve kurşuna karıştığı
eskiyip giden ruhların nefesini tükettiği
kokuşmuş siperlerini
kanla karışık bir yağmurun doldurduğu
bu kusarak atamayacağın tiksintiye rağmen
iyi huylu çıktı savaş
düpedüz yalan desem
başta kendim inanmam
tüm ölümlere taziye sun
ölümlü olmak bunu gerektirir
diyorum bir yandan da
şu an işte aynı meydan
tırlar oyuyorlar vadiyi
yeşil hayalleri taşıyorlar
ve uzak şehirlerin yağmasını
oradan oraya
bir şeylere benziyor bu
bununla tamamen alakasız
aşkın engellenemez büyüyüp gitmesi
bastırmamıza rağmen
öldürüp boğmamıza rağmen
filiz vermesi eğreti zamanlarda
eğreti insanlara
hayır hayır bu değil
sonra bir şey buldum yine de
öpücükleri rüzgarlar doğuran
eğer
o şey
biriyse
sendin.
Bursa - 31.08.2014
30 Ağustos 2014 Cumartesi
kırıntı
çilekler gibi çürürken
bütün birliktelikler
kimseye boyun eğmeyen
bir yalnızlığı büyütüyorum
(Bursa - 30.08.2014)
bütün birliktelikler
kimseye boyun eğmeyen
bir yalnızlığı büyütüyorum
(Bursa - 30.08.2014)
29 Ağustos 2014 Cuma
phyrrus
zaferleriyle sarhoş bulutların
tam altında ben sırılsıklam
hepimiz öleceğiz diyorlar
kendimizi tüketeceğiz
başkalarına dağılacak yüreklerimiz
yanılıyorlar aslında
ama sadece geçici olarak
tanrıların üzerinde bir yağmur olacak
tanrıların üzerine titrediği bir huzursuzluk
antik çağın çamurlarına bulanmış
korkak bıçaklar ölüyor bedenlerimizde
her an ve her tıkırtısında zamanın
ruhlarımız üşüşüyor yaralarımıza
durmaksızın
doğumum çıktı artık bir kere denetimimden
zıvanadan çıktı, kaydı gitti avuçlarımdan
kendini tut ve kendini unut bu yüzden
ne var oldun, ne de yok oldun aslında
aldığın her nefes bir phyrrus zaferiydi
uyan uyan içinde yanıbaşında
zaman doğmamış bir piçi boğazlamakta
baştan bilmeliydin aslında
yüzyıllardır kurulmuş bir kanlı tuzaktı
ışığın geldiği tarafta bir şeyler eksik
bir gariplik, bir huzursuzluk sezmeliydin
bir tuhaflık bir tekinsizliği kusuyor delik
sana dönük namlusundan dünyanın
yine de bile bile üzerine yürüdüğün
nefesinle nefes nefese nefessiz
kendini yaşam sandığın bir boşluğa bıraktığın
boyun eğen bir inatla ölümüne koştuğun
en acısı aslında bir bilge gibi sezdin
ama bu işler böyledir hayatta
teslim olanları vururlar en sonunda
tabii o zaman bunu bilemezdin
Bursa - 29.08.2014
tam altında ben sırılsıklam
hepimiz öleceğiz diyorlar
kendimizi tüketeceğiz
başkalarına dağılacak yüreklerimiz
yanılıyorlar aslında
ama sadece geçici olarak
tanrıların üzerinde bir yağmur olacak
tanrıların üzerine titrediği bir huzursuzluk
antik çağın çamurlarına bulanmış
korkak bıçaklar ölüyor bedenlerimizde
her an ve her tıkırtısında zamanın
ruhlarımız üşüşüyor yaralarımıza
durmaksızın
doğumum çıktı artık bir kere denetimimden
zıvanadan çıktı, kaydı gitti avuçlarımdan
kendini tut ve kendini unut bu yüzden
ne var oldun, ne de yok oldun aslında
aldığın her nefes bir phyrrus zaferiydi
uyan uyan içinde yanıbaşında
zaman doğmamış bir piçi boğazlamakta
baştan bilmeliydin aslında
yüzyıllardır kurulmuş bir kanlı tuzaktı
ışığın geldiği tarafta bir şeyler eksik
bir gariplik, bir huzursuzluk sezmeliydin
bir tuhaflık bir tekinsizliği kusuyor delik
sana dönük namlusundan dünyanın
yine de bile bile üzerine yürüdüğün
nefesinle nefes nefese nefessiz
kendini yaşam sandığın bir boşluğa bıraktığın
boyun eğen bir inatla ölümüne koştuğun
en acısı aslında bir bilge gibi sezdin
ama bu işler böyledir hayatta
teslim olanları vururlar en sonunda
tabii o zaman bunu bilemezdin
Bursa - 29.08.2014
26 Ağustos 2014 Salı
ıslaklığıyla
kendi kendine geçen
bir tek zaman
neden biter ki bir şarkı
ben bitmemişken
ben iyisi mi yatayım
ben iyisi mi yatayım mı dedim
yok aslında öyle değil
aslında evimin ortasından
geçen bir kuru nehir
kelimelerimi alıp sürüklüyor
yerlerinden oynatıyor cümlelerimi
bakıyorum köşede
üzerine yağ dökülmüş
bir viyolonsel
hiç içmediğim kadar yalnızım
kendi haline bıraktığımda
bir tek çamaşır makinası dönüyor
bir de başım
ben iyisi mi yatayım
yoksa geçmeyecek bu sıkıntısı dünyanın
kendi kendine geçen
bir tek zaman demiştim
ha bir de dünya dönüyor
unutmuşum
dünya
dikkatlice baksanız
sırılsıklam aslında
kendi ıslaklığından
Bursa - 26.08.2014
bir tek zaman
neden biter ki bir şarkı
ben bitmemişken
ben iyisi mi yatayım
ben iyisi mi yatayım mı dedim
yok aslında öyle değil
aslında evimin ortasından
geçen bir kuru nehir
kelimelerimi alıp sürüklüyor
yerlerinden oynatıyor cümlelerimi
bakıyorum köşede
üzerine yağ dökülmüş
bir viyolonsel
hiç içmediğim kadar yalnızım
kendi haline bıraktığımda
bir tek çamaşır makinası dönüyor
bir de başım
ben iyisi mi yatayım
yoksa geçmeyecek bu sıkıntısı dünyanın
kendi kendine geçen
bir tek zaman demiştim
ha bir de dünya dönüyor
unutmuşum
dünya
dikkatlice baksanız
sırılsıklam aslında
kendi ıslaklığından
Bursa - 26.08.2014
25 Ağustos 2014 Pazartesi
kırıntı
aslında çimler güzel kokuyor
güneşin ve tohumun son bulduğu
bir biçme makinasının ağzında
bırakıp gittiklerinde başlarını
danslarını, dokunuşlarını
aslında
(Bursa - 25.08.2014)
güneşin ve tohumun son bulduğu
bir biçme makinasının ağzında
bırakıp gittiklerinde başlarını
danslarını, dokunuşlarını
aslında
(Bursa - 25.08.2014)
24 Ağustos 2014 Pazar
kırıntı
içime bir bulut düştü
- beni içinde erit
zaman düştü / mekan düştü
kanıma damarlarımın
gölgeleri üşüştü
damla damla ruhlarıyla
suladılar yollarımı
sana giden / senden giden
kör satırlarla budadılar
çiçek açmış kollarımı
içime susuzluk çöktü
- beni ölüm gibi iç
zaten elimden kayıyor
tuzbuz olup dağılıyor zaman
toplayabilirsen topla
(Bursa - 24.08.2014)
- beni içinde erit
zaman düştü / mekan düştü
kanıma damarlarımın
gölgeleri üşüştü
damla damla ruhlarıyla
suladılar yollarımı
sana giden / senden giden
kör satırlarla budadılar
çiçek açmış kollarımı
içime susuzluk çöktü
- beni ölüm gibi iç
zaten elimden kayıyor
tuzbuz olup dağılıyor zaman
toplayabilirsen topla
(Bursa - 24.08.2014)
23 Ağustos 2014 Cumartesi
17 Ağustos 2014 Pazar
15 Ağustos 2014 Cuma
12 Ağustos 2014 Salı
kırıntı
ne yaptığımı anlamaya
gidiyorum dönmüyorum
yazları kurak ve sıcak
bakışları sert ve serin...
(Bursa - 12.08.2014)
gidiyorum dönmüyorum
yazları kurak ve sıcak
bakışları sert ve serin...
(Bursa - 12.08.2014)
yıkık yarım köprüler
yarım kalıp duruyor
neye elimi atsam
sanki hayatım boyu
bütün yapıp durduğum
binlerce yarım kalan
köprüler kurup durmak
bu yakanın taşlarından
kendi kemerlerinden asılmış
köprü mezarlıkları
kendi ölümlerime
dokunup donup kalan
sonra baharlar sonra
sanki kurmuşum gibi
kendimi karşı tarafa
kavuşturmuşum gibi
yani bitirmişim de
sonra unutmuşum gibi
yıkılıyor içimde
ne ara kurduğumu
asla anlamadığım
can damarı köprüler
beni sana bağlayan
beni her şeye bağlayan
sanki her şey ötede
ben burada kalmışım
asırlık kemerleri
dağılıyor içime
oysa az önce yoktular
ya da ben öyle sanmışım
sonra aslında bir de
yeni karanlıklar buldum kendime
kendime geç kaldığım
bir anlık mevsimlerde
aşktan alev aldığım
beni kışlara boğan
içimden ölü doğan
Bursa - 12.08.2014
neye elimi atsam
sanki hayatım boyu
bütün yapıp durduğum
binlerce yarım kalan
köprüler kurup durmak
bu yakanın taşlarından
kendi kemerlerinden asılmış
köprü mezarlıkları
kendi ölümlerime
dokunup donup kalan
sonra baharlar sonra
sanki kurmuşum gibi
kendimi karşı tarafa
kavuşturmuşum gibi
yani bitirmişim de
sonra unutmuşum gibi
yıkılıyor içimde
ne ara kurduğumu
asla anlamadığım
can damarı köprüler
beni sana bağlayan
beni her şeye bağlayan
sanki her şey ötede
ben burada kalmışım
asırlık kemerleri
dağılıyor içime
oysa az önce yoktular
ya da ben öyle sanmışım
sonra aslında bir de
yeni karanlıklar buldum kendime
kendime geç kaldığım
bir anlık mevsimlerde
aşktan alev aldığım
beni kışlara boğan
içimden ölü doğan
Bursa - 12.08.2014
Deneme
Aziz Nesin'in ülkenin %60'ı aptaldır derken ne kadar iyimser ve Türk milletine ne kadar da olduğundan kat kat fazla paye verdiğini şimdi anlıyorum.
Ülkenin %60'ının aptal olduğu doğru. Peki hangi %60'ı? Sizin içinde bulunmadığınız %60'ı değil mi? Cahil bırakılmış, körü körüne bir adamın peşinden koşan, ne yapsan anlamayan, akılla, rasyonalizmle değil, ırkla, kanla, inançla, batıllıkla hareket eden %60'ı değil mi? Oysa siz CHP seçmeni öyle misiniz ya, küçüklükten beri kendinizi bir şey sanacak ölçüde iyi yetiştirildiniz, tüm pozitif ve sosyal bilimlere hakimsiniz ya, bilimsel teorilere, sosyoekonomik araştırmalara, ekonomiye vakıfsınız ya, bunu yapmamış, yapamamış kesimlere burun kıvırabilirsiniz. Onları hör görebilirsiniz. Öyle ya, onlar da okuyup öğrenselerdi canım. Bu bilgiler size altın tepside mi sunuldu sanki, çalıştınız, çabaladınız, kitaplara gömüldünüz, ders başında sabahladınız, onlar kıçlarının üstünde rahat rahat otururken öyle değil mi? Onlar sokakta ayakkabı boyarken, çöpleri karıştırırken, oto sanayide yağlı ve nasırlı elleriyle arabanızı tamir ederken, inşaatlarda, madenlerde, tersanelerde güvenliksiz koşullarda sizin gibi çok bilmiş, okumuşlar tarafından çalışmak zorunda bırakılırken. Sonra sizin gibi çok bilmiş, okumuş bazı mühendis, ekonomist başbakanlar, sizin gibi okumuş çok bilmiş iş adamlarıyla birlikte, bu bilerek cahil bıraktıkları insanları dinle, inançla, ırkla, ilkellikle manipule edip sömürürlerken seyrettiniz. Varoşlarda, kokuşmuş kenar mahallelerde bu insanlar yoksul ve yoksun bırakılırken, bu hayatı hakettiklerini düşündünüz değil mi? Siz de sonuçta bir çalışandınız ve sömürülüyordunuz değil mi? Ne yapabilirdiniz ki? Sonuçta daha iyi bir arabaya, daha büyük bir eve, bir yaz tatiline ihtiyacınız vardı.
Sonra birisi çıktı geldi. Onlardan birisi. Cahil ve ilkel birisi. Bu sefer onların dilinden konuştu. Onlara değer veriyormuş gibi yapabildi. Onları aslında sömürmüyormuş gibi yapabildi. Onları birleştirdi. Kendisinden bir kahraman, kendisine tapan hayranlarından yenilmez bir ordu yarattı. Burun kıvırdınız değil mi? Bu cahil halk adam olmaz, gerçeği görmez değil mi?
Peki elinizi hiç taşın altına koydunuz mu? Bir kere olsun kendiniz için değil, toplum için, bu ülkenin %60 aptallarını anlamak için, ne yer ne içerler görmek için, giderek ayrışan iki dünyayı temas ettirmek için bir şey yaptınız mı? Desteklediğiniz parti bir şey yaptı mı? Desteklediğiniz parti çalışmadığında, bürokrasinin derin kuyuları içinde yan gelip yattığında, elitist, Atatürk'ü hiç anlamamış Kemalist, halkı hakir görerek halkçı, devleti soyarak devletçi, alabildiğine bencil ama milliyetçi, halkı dinle sömürerek laik, şövenist tutuculuğuyla inkilapçı, sadece kendine cumhuriyetçi olduğunda tepki gösterdiniz mi? Sağ partileri hala Osmanlı hülyalarında olmakla suçlayıp, kendileri 1930 romantizmine saplanıp kaldıklarında aslında ne kadar da muhafazakar olduklarını farkettiniz mi? Peki şu an bu kokuşmuş parti çürüyüp giderken bir şey yapıyor musunuz? Oy vermeyeyim de görsünler, twitterda laf sokayım da akılları başına gelsin demek dışında, aktif olarak partiyi sallayıp, yerle bir edecek kadar bir şey yaptınız mı? Ben yapmadım!
O halde ben aydın mıyım? Yoksa ben çok bilmiş entellektüelliğiyle kendisini %60 aptalın dışında sanan ve Aziz Nesin'in aslında kastettiği gerçek aptallardan mıyım?
Bursa - 11.08.2014
Ülkenin %60'ının aptal olduğu doğru. Peki hangi %60'ı? Sizin içinde bulunmadığınız %60'ı değil mi? Cahil bırakılmış, körü körüne bir adamın peşinden koşan, ne yapsan anlamayan, akılla, rasyonalizmle değil, ırkla, kanla, inançla, batıllıkla hareket eden %60'ı değil mi? Oysa siz CHP seçmeni öyle misiniz ya, küçüklükten beri kendinizi bir şey sanacak ölçüde iyi yetiştirildiniz, tüm pozitif ve sosyal bilimlere hakimsiniz ya, bilimsel teorilere, sosyoekonomik araştırmalara, ekonomiye vakıfsınız ya, bunu yapmamış, yapamamış kesimlere burun kıvırabilirsiniz. Onları hör görebilirsiniz. Öyle ya, onlar da okuyup öğrenselerdi canım. Bu bilgiler size altın tepside mi sunuldu sanki, çalıştınız, çabaladınız, kitaplara gömüldünüz, ders başında sabahladınız, onlar kıçlarının üstünde rahat rahat otururken öyle değil mi? Onlar sokakta ayakkabı boyarken, çöpleri karıştırırken, oto sanayide yağlı ve nasırlı elleriyle arabanızı tamir ederken, inşaatlarda, madenlerde, tersanelerde güvenliksiz koşullarda sizin gibi çok bilmiş, okumuşlar tarafından çalışmak zorunda bırakılırken. Sonra sizin gibi çok bilmiş, okumuş bazı mühendis, ekonomist başbakanlar, sizin gibi okumuş çok bilmiş iş adamlarıyla birlikte, bu bilerek cahil bıraktıkları insanları dinle, inançla, ırkla, ilkellikle manipule edip sömürürlerken seyrettiniz. Varoşlarda, kokuşmuş kenar mahallelerde bu insanlar yoksul ve yoksun bırakılırken, bu hayatı hakettiklerini düşündünüz değil mi? Siz de sonuçta bir çalışandınız ve sömürülüyordunuz değil mi? Ne yapabilirdiniz ki? Sonuçta daha iyi bir arabaya, daha büyük bir eve, bir yaz tatiline ihtiyacınız vardı.
Sonra birisi çıktı geldi. Onlardan birisi. Cahil ve ilkel birisi. Bu sefer onların dilinden konuştu. Onlara değer veriyormuş gibi yapabildi. Onları aslında sömürmüyormuş gibi yapabildi. Onları birleştirdi. Kendisinden bir kahraman, kendisine tapan hayranlarından yenilmez bir ordu yarattı. Burun kıvırdınız değil mi? Bu cahil halk adam olmaz, gerçeği görmez değil mi?
Peki elinizi hiç taşın altına koydunuz mu? Bir kere olsun kendiniz için değil, toplum için, bu ülkenin %60 aptallarını anlamak için, ne yer ne içerler görmek için, giderek ayrışan iki dünyayı temas ettirmek için bir şey yaptınız mı? Desteklediğiniz parti bir şey yaptı mı? Desteklediğiniz parti çalışmadığında, bürokrasinin derin kuyuları içinde yan gelip yattığında, elitist, Atatürk'ü hiç anlamamış Kemalist, halkı hakir görerek halkçı, devleti soyarak devletçi, alabildiğine bencil ama milliyetçi, halkı dinle sömürerek laik, şövenist tutuculuğuyla inkilapçı, sadece kendine cumhuriyetçi olduğunda tepki gösterdiniz mi? Sağ partileri hala Osmanlı hülyalarında olmakla suçlayıp, kendileri 1930 romantizmine saplanıp kaldıklarında aslında ne kadar da muhafazakar olduklarını farkettiniz mi? Peki şu an bu kokuşmuş parti çürüyüp giderken bir şey yapıyor musunuz? Oy vermeyeyim de görsünler, twitterda laf sokayım da akılları başına gelsin demek dışında, aktif olarak partiyi sallayıp, yerle bir edecek kadar bir şey yaptınız mı? Ben yapmadım!
O halde ben aydın mıyım? Yoksa ben çok bilmiş entellektüelliğiyle kendisini %60 aptalın dışında sanan ve Aziz Nesin'in aslında kastettiği gerçek aptallardan mıyım?
Bursa - 11.08.2014
8 Ağustos 2014 Cuma
kırıntı
ne istediniz o minicik çocuktan
kıvır kıvır saçlarıyla toprakta
değneğiyle suya kanallar açan
hayalleriyle dolduran dünyayı?
(Bursa - 08.08.2014)
kıvır kıvır saçlarıyla toprakta
değneğiyle suya kanallar açan
hayalleriyle dolduran dünyayı?
(Bursa - 08.08.2014)
ilk görüşte aşksızlık
demek ki
ilk görüşte aşksızlık bu oluyor
bir ormandan çıkar gibi aniden
üzerime dökülüyor tüm evren
dokunuşuyla zamanı çevreleyen
elinin avuçlarımın ortasında
kıpırtısı iliklerime doluyor
bakışları nefesimi soluyor
oysa yeni tuz buz olmuş kalbimin
kırıkları cam kalbimde duruyor
Bursa - 08.08.2014
ilk görüşte aşksızlık bu oluyor
bir ormandan çıkar gibi aniden
üzerime dökülüyor tüm evren
dokunuşuyla zamanı çevreleyen
elinin avuçlarımın ortasında
kıpırtısı iliklerime doluyor
bakışları nefesimi soluyor
oysa yeni tuz buz olmuş kalbimin
kırıkları cam kalbimde duruyor
Bursa - 08.08.2014
25 Temmuz 2014 Cuma
23 Temmuz 2014 Çarşamba
deneme
Türk toplumu özünde muhafazakar bir toplumudur. Yani genel anlamda, bir bütün olarak çabasını ve tüm faaliyetlerini, durumu ne kadar kötü olursa olsun gelişme yönünde değil, durumunu muhafaza etme yönünde kullanır. Hatta durumu geçmişe göre göreceli olarak daha ileri bir durumda olsa da, hep aslında şu anki durumundan daha iyi olmayan hayali bir geçmiş altın çağa özlem duyar ve onun hayaliyle yaşar. Bu anlamda da hedefi durumunu muhafaza etmek şöyle dursun, daha geriye ve ilkelliğe doğru yönelmektir. Bu açıdan bakıldığında muhafazar deyimi, muhafazakar toplum için iyimser bir terim olup doğrusu gericiliktir. Muhafazakar (gerici) toplumlarının özelliği bilim, akıl ve mantıkla değil, duygularla ve geleneklerle hareket etmeleridir. Bu tür toplumlarda çok bağıranın, sesi yüksek çıkanın haklılığına inanılır. Karizmatik ve otoriter olmak prim yapar. Bireysel farklılıklar ve düşünce özgürlüğü kabul görmez ve bastırılır. Birey topluma uymalıdır ve sürü psikolojisi ve mahalle baskısı hakimdir. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Yenilikçi fikirler ve denemeler kabul görmez. Muhafazakar bir şekilde ataların yüzlerce yıldır sürdürdükleri geleneklere sorgusuz bağlılık esastır. Bunları sorgulamaya kalkmak sosyal dışlanmaya katlanmak zorunda kalkmaktır. Dolayısıyla inovasyon, bilim, teknoloji ve sanatsal evrimin temelini oluşturan hiçbir yenilikçi ve yaratıcı bireysel düşünce ve aktivitenin yeşermesine izin verilmez ve bunlar baskılanır. Özünde otorite figürünün (devlet başkanı, lider, aşiret reisi, baba - ama mutlaka erkek) dediği sorgusuz sualsiz kabul edilir, bu nedenle de araştırmak, tartışmak, fikirlerin çatışması ve zenginliği ile karar almak, demokrasi, hukuk, adalet, azınlık hakları, pozitif ayrımcılık, eşitlik, tüm görüşlere, cinsiyetlere, düşüncelere, inançlara, ırklara, bireylere saygı söz konusu değildir. Otorite bir şeyi söylüyorsa doğrudur, aksi yönde milyonlarca kanıt da sunsanız siz haksız, hatta hainsinizdir.
Yanlış bir şekilde Batı Medeniyeti diye nitelenen ama aslında Aydınlanma Çağı ile birlikte bugünkü halini alan ve ondan önce kilise, gelenek, kral, derebeyi otoritesi ile özünde bir muhafazakar toplum olan Batı Toplumu, bu durumunu akılcılıkla, bilimle, sanatla, hukukla, felsefeyle, özgür düşünceyle aşmıştır. Bu anlamda da özenilmesi ve yönelinmesi gereken hareket Batı Medeniyeti değil, akılcılık, aydınlanma ve hümanizmdir. Batı Medeniyeti ile kastedilen de zaten Atatürk'de "muasır medeniyet seviyesi" deyimiyle ifade bulan batının bu yönüdür. Akılcılık ve aydınlanmaya ise sadece tek bir kültürel yoldan değil, Arap Altın Çağı olan 8-13. yy (http://goo.gl/GhHpC0) ve Uzak Doğu'nun yükselişi (20-21. yy) nin de gösterdiği gibi farklı yollardan ve kültürel toplumlardan ulaşmak mümkündür.
Bu benim konuya bireysel(!) bakışımdır ve savunduklarımın doğal sonucu olarak da eleştiriye ve farklı özgür düşüncelerin zenginleştirmesine açık olmanın ötesinde, bunu teşvik eder.
Yanlış bir şekilde Batı Medeniyeti diye nitelenen ama aslında Aydınlanma Çağı ile birlikte bugünkü halini alan ve ondan önce kilise, gelenek, kral, derebeyi otoritesi ile özünde bir muhafazakar toplum olan Batı Toplumu, bu durumunu akılcılıkla, bilimle, sanatla, hukukla, felsefeyle, özgür düşünceyle aşmıştır. Bu anlamda da özenilmesi ve yönelinmesi gereken hareket Batı Medeniyeti değil, akılcılık, aydınlanma ve hümanizmdir. Batı Medeniyeti ile kastedilen de zaten Atatürk'de "muasır medeniyet seviyesi" deyimiyle ifade bulan batının bu yönüdür. Akılcılık ve aydınlanmaya ise sadece tek bir kültürel yoldan değil, Arap Altın Çağı olan 8-13. yy (http://goo.gl/GhHpC0) ve Uzak Doğu'nun yükselişi (20-21. yy) nin de gösterdiği gibi farklı yollardan ve kültürel toplumlardan ulaşmak mümkündür.
Bu benim konuya bireysel(!) bakışımdır ve savunduklarımın doğal sonucu olarak da eleştiriye ve farklı özgür düşüncelerin zenginleştirmesine açık olmanın ötesinde, bunu teşvik eder.
16 Temmuz 2014 Çarşamba
deneme
Eski şarkıları dinliyorum da, sanki o insanlar başkalardı
O insanlar savaşmadılar, öldürmediler sanki
Sanki hep aşk acısı çektiler, hep aldatıldılar, hep çocuk ve hep gözü yaşlı kaldılar
Göreceksin kendini
Nilüfer – Göreceksin Kendini
Çocukluk rüyanda
Elele okul yolunda
Aniden başlayan
İlk gönül macerasında
Aşkına inanmayıp
Akan gözyaşımda
Görecek göreceksin kendini
O kırılan aynada
Beni ve ölümsüz sevgimi
Mutluluk arayan
Her genç kızın hülyasında
Sevgiyi inkar eden
Bu bencil ve nankör dünyada
Köşesine büzülmüş
Hayattan korkanlarda
(Bursa - 16.07.2014)
O insanlar savaşmadılar, öldürmediler sanki
Sanki hep aşk acısı çektiler, hep aldatıldılar, hep çocuk ve hep gözü yaşlı kaldılar
Göreceksin kendini
Nilüfer – Göreceksin Kendini
Çocukluk rüyanda
Elele okul yolunda
Aniden başlayan
İlk gönül macerasında
Aşkına inanmayıp
Akan gözyaşımda
Görecek göreceksin kendini
O kırılan aynada
Beni ve ölümsüz sevgimi
Mutluluk arayan
Her genç kızın hülyasında
Sevgiyi inkar eden
Bu bencil ve nankör dünyada
Köşesine büzülmüş
Hayattan korkanlarda
(Bursa - 16.07.2014)
4 Temmuz 2014 Cuma
kırıntı
bırakalım onları
sahte zaferleriyle
baş başa
bulandıkları çamurlarla yıkansınlar
altın tozuna girdiklerini sanıp
(Bursa - 04.07.2014)
sahte zaferleriyle
baş başa
bulandıkları çamurlarla yıkansınlar
altın tozuna girdiklerini sanıp
(Bursa - 04.07.2014)
26 Haziran 2014 Perşembe
çocukluğumdan kalan
işte yine başladı
çocukluğumdan kalan
sessiz sedasız şarkı
yüreğimde ağlayan
sessiz sedasız
içimde basamaklar
karanlık odalara
inip inip çıkmayan
içimde kalakalmış
açılmayan kapılar
açık kalmış kapılar
ve kapılar
kapanmayan
yaralar gibi
yaralar gibi
boşluklara açılan
bedenimde
sonra
içimde bir yerlerde
beni öldürmeye doymayan
türlü türlü zehirler
sıra sıra raflarda
içmeye kıyamadığım
ölmeye doymadığım
türlü türlü ölümler
korktuğumdan değil de
yakıştıramadığımdan kendime
geçiştirir gibi hayatı
öylece ayaküstü
yaralanır gibi ölmeyi
yaralarımdan ölmeyi
öldürür gibi değil de
tutunur gibi hayata
çivileyip kendimi
yaralar gibi
yaralar gibi
boşluklara açılan
bedenimde
oysa
benim
ölümden anladığım
sessiz sedasız
sonlanan bir şarkıdır
çocukluğumdan kalan yüreğimde
ağlayan
(Bursa - 26.06.2014)
çocukluğumdan kalan
sessiz sedasız şarkı
yüreğimde ağlayan
sessiz sedasız
içimde basamaklar
karanlık odalara
inip inip çıkmayan
içimde kalakalmış
açılmayan kapılar
açık kalmış kapılar
ve kapılar
kapanmayan
yaralar gibi
yaralar gibi
boşluklara açılan
bedenimde
sonra
içimde bir yerlerde
beni öldürmeye doymayan
türlü türlü zehirler
sıra sıra raflarda
içmeye kıyamadığım
ölmeye doymadığım
türlü türlü ölümler
korktuğumdan değil de
yakıştıramadığımdan kendime
geçiştirir gibi hayatı
öylece ayaküstü
yaralanır gibi ölmeyi
yaralarımdan ölmeyi
öldürür gibi değil de
tutunur gibi hayata
çivileyip kendimi
yaralar gibi
yaralar gibi
boşluklara açılan
bedenimde
oysa
benim
ölümden anladığım
sessiz sedasız
sonlanan bir şarkıdır
çocukluğumdan kalan yüreğimde
ağlayan
(Bursa - 26.06.2014)
18 Haziran 2014 Çarşamba
29 Mayıs 2014 Perşembe
meğer
içimde ölmüş yıllar önce
ağır kokulu bir ceset gibi
kaplamış bedenimi içinden
en doğurgan bildiğim yanım
bana farkettirmeden
sessizliğiymiş meğer
suskunluğu sandığım şey
bunca zamandır
ağır kokulu bir ceset gibi
kaplamış bedenimi içinden
en doğurgan bildiğim yanım
bana farkettirmeden
sessizliğiymiş meğer
suskunluğu sandığım şey
bunca zamandır
deneme
bizi en çok şaşırtan, elimizi ayağımızı kesen, öylece kalakaldığımız şeyler aslında en iyi bildiğimizi sandığımız, adeta içinde yüzdüğümüz ve bizim de içimizde yüzen, parçası olduğumuz ve bizim de parçamız olan kavramlarla ilgili bir anda ortaya çıkan aydınlanmalar, zihin parlamaları, açılımlar... onlar o kadar bizden şeyler ki, onları kendimizden ayırabilmemiz ve bağımsızca üzerlerinde düşünebilmemiz böyle nadir parlama zamanlarında olabiliyor. bir an geliyor ve o biz sandığımız, tanıdık ve kanıksanmış şey karşımızda, bizim dışımızda bütün yabancılığıyla, bizden ayrışmış bir şekilde duruveriyor. o kadar yabani ve yabancı oluyoruz ki ona, nereden çıkmış olabileceğini, bunca zaman nasıl varolmuş ve bizden habersiz sinsice içimize gizlenmiş olabileceğini zihnimiz almıyor. o an anlıyoruz ki, bir şeyin bizden saklanmasının ve kendisini unutturmasının en iyi yoludur, içimize gizlenmesi ve bir parçamıza, bize dönüşmesi...
bugün zaman kavramının, mekan kavramının ve boyut kavramının üzerinde sanki ilk kez duymuş gibi düşünmeye başladığımda farkettim bunu.
bugün zaman kavramının, mekan kavramının ve boyut kavramının üzerinde sanki ilk kez duymuş gibi düşünmeye başladığımda farkettim bunu.
deneme
nasıl oluyor da bazen insan saatlerce bir şeyi düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor da... hiçbir sonuç elde edemiyor. sonra artık yorgunluktan ve çaresizlikten dolayı ara veriyor ya da vazgeçiyor. sonra ertesi gün bir anda alacağı karar net bir şekilde gözlerinin önünde beliriveriyor. nasıl oluyor da şüpheye yer bırakmayacak kadar içine siniveriyor o karar insanın...
(Bursa - 29.05.2014)
(Bursa - 29.05.2014)
19 Mayıs 2014 Pazartesi
soma 301
dışım kara içim kara
ne yapsan
karanlığı yükledim ellerime
karanlığı bağladım gözlerime
karanlığı yükledim ellerime
karanlığı bağladım gözlerime
karanlığı dağladım yüreğime
içim kara dışım kara
ne yapsan
elim elime dolaştı
kömüre kanım bulaştı
sesimden çığlığı alın
gözlerimden karanlığı
nefesime is doluştu
soluyorum soluyorum
soludukça ölüyorum
ne yapsan
içim kara dışım kara
ne yapsan
elim elime dolaştı
kömüre kanım bulaştı
sesimden çığlığı alın
gözlerimden karanlığı
nefesime is doluştu
soluyorum soluyorum
soludukça ölüyorum
ne yapsan
karanlıklar korkmaz mı sanırsınız
hiçbir şeyin bitmediği
insanlığın bittiği bir yerdeyim
beni soğuk odanızı ısıtan
sıcacık yüreğimden tanırsınız
Bursa - 19.05.2014
6 Mayıs 2014 Salı
hıdırellez
γνῶθι σεαυτόν (Apollon Tapınağı / Delphi)
Ђорђе ederlezi ederlezi
işte zamanın okları kendini vurdu
uzandım kırlara
güllerin altına kendimi koydum
dikenlerin arasına çocukluğumu
cehaleti saflığımı masumluğumu
oynayamadığım tüm oyunları
yalnız olmadığım geceleri koydum
güllerin altına kendimi koydum
beni dipsiz bir bataklıkla sarmalayan
tanımadığım, beni tanımayan
yabancı kırılgan tanışılamayan
uyudum uyudum uyandığımda
doğanın gölgesi içime vurdu
doğanın gölgesi içimde durdu
güllerin altından her şeyi aldım
güllerin altına zaten varolan
dünyayı doğayı evreni koydum
güllerin yerine kendimi koydum
minnetarlığımı koydum altına
Bursa - 06.05.2014 - Hıdırellez gecesi
Ђорђе ederlezi ederlezi
işte zamanın okları kendini vurdu
uzandım kırlara
güllerin altına kendimi koydum
dikenlerin arasına çocukluğumu
cehaleti saflığımı masumluğumu
oynayamadığım tüm oyunları
yalnız olmadığım geceleri koydum
güllerin altına kendimi koydum
beni dipsiz bir bataklıkla sarmalayan
tanımadığım, beni tanımayan
yabancı kırılgan tanışılamayan
uyudum uyudum uyandığımda
doğanın gölgesi içime vurdu
doğanın gölgesi içimde durdu
güllerin altından her şeyi aldım
güllerin altına zaten varolan
dünyayı doğayı evreni koydum
güllerin yerine kendimi koydum
minnetarlığımı koydum altına
Bursa - 06.05.2014 - Hıdırellez gecesi
1 Mayıs 2014 Perşembe
22 Nisan 2014 Salı
13 Nisan 2014 Pazar
11 Nisan 2014 Cuma
ışığında
içime ışık vurdu:
gözlerin;
gözlerin
içime bakıp durdu...
gözlerin;
saçların gibi
dağılır dağılırdı
sesin gibi
yankılanırdı içimde
aşk mısın?
öylesine
gelip giden
bakıp çıkan
vurup kaçan
açık saçık
uçuk kaçık
düş müsün?
gelirsin gidersin; geldiğinde
avuçlarında biriktirip ellerimi
sürüklersin düşlerimi peşinden
akıtırsın gözlerimi peşinden
ıssızlara dağlara savurursun
çıkaramam ateşini içimden
beklerim beklerim beklediğim
yoksa geldin mi
sen misin?
(Bursa/İstanbul - 10-11.04.2014)
gözlerin;
gözlerin
içime bakıp durdu...
gözlerin;
saçların gibi
dağılır dağılırdı
sesin gibi
yankılanırdı içimde
aşk mısın?
öylesine
gelip giden
bakıp çıkan
vurup kaçan
açık saçık
uçuk kaçık
düş müsün?
gelirsin gidersin; geldiğinde
avuçlarında biriktirip ellerimi
sürüklersin düşlerimi peşinden
akıtırsın gözlerimi peşinden
ıssızlara dağlara savurursun
çıkaramam ateşini içimden
beklerim beklerim beklediğim
yoksa geldin mi
sen misin?
(Bursa/İstanbul - 10-11.04.2014)
24 Mart 2014 Pazartesi
kırıntı
bu hüzün şarap lekesi gibi
biliyorsun çıkmayacak
ruhunu örseleyeceksin ovuştura ovuştura
solduğunu sanacaksın
ama en ufak bir kokusuyla baharın
ezgisiyle eski bir melodinin
içinden fışkıracak
saçmış bir kere tohumlarını derin dehlizlerine yüreğinin
durduramazsın
(Bursa - 24.03.2014)
biliyorsun çıkmayacak
ruhunu örseleyeceksin ovuştura ovuştura
solduğunu sanacaksın
ama en ufak bir kokusuyla baharın
ezgisiyle eski bir melodinin
içinden fışkıracak
saçmış bir kere tohumlarını derin dehlizlerine yüreğinin
durduramazsın
(Bursa - 24.03.2014)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)