15 Aralık 2012 Cumartesi

deneme

























o şehirlere, o yollara, o evlere baktığımda, sanki yepyeni teknolojik bir aleti seyredermiş gibi oluyorum uzaktan; yine de bir o kadar eski ve köklü... eski ve köklü, sanki daha dünkü çocuk olduğu halde bizden daha yaşlı ve bilgeymiş gibi, sanki dünyanın bütün bilgilerini okuyup yutmuş ve bize üstünlük taslayan bir yeni yetme gibi. biz ise sanki artık yaşlanmış, yorulmuş, öğrenmeye takati kalmamış, yeniliklerden uzaklara düşmüş perişan bir yaşlı gibi... eski, köklü ve modern evet, asla bizim gibi eski ve püskü değil.

imreniyorum görünce; sanki bir çocuğun elinde gördüğüm, zengin babasının almış olduğu ve nasıl çalıştığını hiç anlayamadığım karmaşıklıkta bir teknolojik oyuncak, elinin çevik hareketleriyle can buluyor ve mucizeler yaratıyor da, ben bakakalıyorum çekinerek, uzaktan, hafif bir ürküntüyle. hafif bir gurur, hatta zaman zaman havasını basmanın ifadesi olarak yorumladığım içten içe bir sırıtışıyla göz göze geliyoruz; ben kaçırıyorum gözlerimi.

yine de biliyorum, elime tutuşturacak olsalar almazdım. kullanmasını beceremeyecek olduğumdan değil de, alışmaktan korkardım. bana uymayan, gizemli ve yabancı ülkelerin tadı vardı, hiçbir yanımla barışmayacak, hiçbir yönümle uyuşturamayacağım, bana yabani bir modernliği, bana vahşi bir uygarlığı vardı. değiştirirdi beni. ben artık ben olmazdım. gideceğim bana özgü yollar dışlardı beni. kendi kaderimin ellerinde tuttuğum geleceğim kopup giderdi benden. bunu yaşamış milyarların ruhları hesap sorardı bana. ben de sanki kendileri de aynı hataları yapmamış ve sütten çıkmış ak kaşık gibi bu işten masummuş gibi sıyrılmamışlarcasına, boynumu büker, suçumu kusup önüme, içinde, soğukluğunda, acılığında, pis kokusunda, içime işleyen çürümüş ıslaklığında otururdum.

yine de ölüyorlar işte... yine de cellatlar doğurup bedenlerinden, kendi huzurlu, düşsel dünyalarını yırtıp en taze yerinden, öte tarafa ait bir ilkelliği buyur ediyorlar içeri. sanki kendi çocuklarıymışçasına ölüm, şefkatli elleriyle besleyip onu, büyütüyorlar korunaklı evlerinde, bir gün oradan çıkıp boğazlasın diye kurdukları düşsel dünyanın huzurunu, pırıltısını, özenini. ve bunu da kendi dünyalarının bir parçası, bir yan etkisi, içsel bir yansıması gibi hüzünlerine buladıkları ama buna rağmen gizleyemedikleri çaresiz bir gururla yapıyorlar. üzerlerine çörekleniyor, bir anlığına durur gibi yapan zaman.

ben, şimdi, o şehirlere, o yollara, o evlere baktığımda, ürkek bir gıptayla, çekingen bir hayranlıkla; kaçıp gidemeyeceğimi biliyorum kendi yabancılığımdan; kendi eskime, önümde uzanıp duran kimin çizdiği belli olmayan yollara. çekip gidersem, gitmiş olmayacağımı, kalırsam burada duramayacağımı biliyorum çünkü...

Newtown, Sandy Hook okul katliamının ardından
Bursa, 15.12.2012

"Haberi okuduktan ve videoları izledikten sonra, Google Maps'de Danbury, Newtown ve Sandy Hook bölgesini "street view" özelliğiyle dolaştım. Okulun civarındaki sokaklarda, caddelerde dolandım. Her gün gidip geldikleri o sokakları, o caddeleri, o dükkanları ve evleri ölen çocuklardan biriymişçesine, onların anne babalarıymışçasına, okulda çocuğu tarafından öldürülen öğretmenmişçesine, ve katilmişçesine dolaştım. Sonra bizim sokaklarımızı, insanlarımızı, evlerimizi ve kendimi düşündüm..."