22 Nisan 2024 Pazartesi

Daha az eziyet çekenlerin eziyeti

2.Dünya Savaşındaki Alman askerleri gibi kandırılan ya da zaten inanmadığı halde zorla cepheye sürülen insanların çektiği acıların, neden oldukları acılardan daha önemsiz olması veya algılanması nedeniyle dile getirilmemesi ya da getirilememesi olgusu. Kendileri de tüm bu süreçte kurban oldukları halde zulmeden tarafın maşası rolünde acı çekmeleri dolayısıyla acılarının görmezden gelinmesi olgusu. Kendilerini Hitler'i desteklemek zorunda bırakan ön koşulları yaratanların etkisinin de yok sayılarak adaletsiz bir önyargıya kurban edilmeleri olgusu.

Benzer durum Ermeniler tarafından katledilen Türk köylüleri için de geçerlidir. Zulmedenin haklılığını mevcutta belirleyen şeyin askeri gücü elinde tutmak olması, zaman içinde bu durumu uzatan şeyin ise medya gücünü ve propaganda makinesini elinde tutmak olduğu olgusu 

5 Nisan 2024 Cuma

deneme

Gregorian Chant Templar in Cathedral üzerine: Bu parça adeta bir kalp gibi atıyor, anne karnındayken annenin iç seslerinin ritmi, deniz kıyısına vuran dalgaların ritmi gibi doğadaki belirli ritimlerle aynı frekansa sahip ve belki de o yüzden bu kadar etkileyici...

4 Nisan 2024 Perşembe

Taşınmak

Antiphon XI (Mode Pl. II) (https://www.youtube.com/watch?v=kL6ameuQozA) dinlediğimde Orta Anadolu'da diz üstü oturup islami dini ilahiler söyleyen o amcaların aslında geçmişlerinin nerede olduğunu anlıyorum. Bir dine mensup bir Anadolu halkının nasıl dönüşmüş / dönüştürülmüş olduğunu. Belki istemeden, belki baskıyla, belki de gönül rızasıyla, ya da hiç umursamadıklarından. Eğer baskı gördülerse de, o baskıyı zaten kendileri de baskı görerek Orta Asya bozkırlarında atalarının Gök Tanrı dininden zorla dönüştürülen bir toplum tarafından görmüşlerdir. Aynı zamanının Nazi Almanya'sındaki kendi kültürlerini yaşamaya / yaşatmaya çalıştıkları hayatlarından zorla kopartılarak ve kıl payı toplama kamplarında ölmekten kurtulan İsrail'deki Yahudilerin şimdi Filistin'li garibanlara yaptıkları zulüm gibi. Düşünmeden edemiyorum; acaba bir toplum başka bir toplum tarafından kendisine uygulanan travmayı içinde taşıyıp mı, sonradan istemsizce dışa vuruyor ve travmanın zincirleme yaşanmasına neden oluyor, ayrıca bu travmayı ne kadar süre toplumsal hafızasında saklayabiliyor.

Öte yandan Antiphon XI'deki melodilerin de ne kadarının Ortodoks Hıristiyanlığa daha köklü eski Anadolu halklarından aktarıldığını ve bu kültürü kendilerine aktaran halkların da zamanında kendi pagan dinlerini bırakıp Hıristiyanlığa geçiş süreçlerini de düşünmeden edemiyorum.

Kültür de bilim gibi zincirin halkaları misali toplumdan topluma aktarılarak ilerliyor. Ezilen üzümlerin yok olurken tüm aroma ve kokularını sularına karıştırması gibi, yok edilen toplum da aslında sadece fiziksel ve kavramsal olarak ortadan kalkıyor ama aslında o toplumun kültürü, ruh aktarımı gibi kendilerini devralan kültürün içine sirayet ediyor, üzüm suyunu içen kişinin kanına yavaş yavaş sızarak karışıyor ve kendini oraya aktarıp orada yaşamaya devam ediyor. Yıkılan şehirlerin kalıntı taşlarından aynı yerde yeni şehirlerin inşa edilmesi ve bu sürecin sürekli, devam ederek antik taşların binadan binaya günümüze kadar taşınması gibi bir şey bu. O taş, ilk binası için tasarlanıp, orada fonksiyonel bir amacı yerine getirdi ama bugün parçası olduğu binada da aynı şekilde anlamlı bir işlevi sürdürüyor. O taş bugünkü binayı taşımıyor diyemeyiz. Aksine o taş artık içinde yer alan binalardan bağımsızlaştı, varlığını çağlar ötesine taşıdı ve içinde yer aldığı tüm binaların ömrünü yaşadı ve aştı. O taş o binaları oluşturdu ama o binalar da o taşın çağlar ötesine taşınmasını sağladı, ona yuva oldu ve hayatta kalma anlamı sağladı. "Taş"ın binaları "taş"ıması ve o binalar tarafından geleceğe "taş"ınması işlemindeki taş kelimesinin aldığı anlamların birbiri ile bağlantısı ise hoş bir tesadüf. 

                                                                                                                            Halkalı - İstanbul
                                                                                                                                                                   04.04.2024

(antifonal) karşılaşma

bu ilk karşı karşıya gelişi değil
kendisinden çıkarak evrilen
-bir nevi evladı yani-
aslında başka bir haliyle karşılaştığı zaman
garip bir tanıdık ve tam kıvamında yabancılaşma hissetmesi
biraz daha kendisine benzese, belki bağrına basacak
hemen basmasa da belki, hafifçe meyledecek, birkaç adım yaklaşacak
yoklayacak, benzeşecek ve kabul edilebilir bulacak - zaten kabul edebilir olacak
ama o seviyeyi çoktan aşmış işte - artık çok geç
bir kısmını tanıdığı bir yabancılaşma hissediyor
öyle ki, o kadar kendinden ki aslında bazı yanları 
içinde işte bu ben diyeceği öyle yanlarını hala koruyor ki
o yüzden de benzemeyen yanları o kadar mide bulandırıyor - isyan ettiriyor
yabancılaştığı kısımlara karşı içinde tutamadığı bir öfke kabarması hissetmesi bu yüzden
çünkü sanıyor ki, aslında kendine ait kısımlar alınmış da, bazı kısımları iğdiş edilmiş
bazı kısımları alınıp budanmış - bir uzvun, elin, kolun, bacağın yokluğu gibi duyumsuyor bu yokluğu
çünkü sanıyor ki, aslında kendine ait bazı kısımlarına bambaşka eklentiler monte edilmiş
iğrense de tanıyor bu ucubenin içindeki kendi parçalarını
bir zamanlar mis gibi kokan meyvenin o çürümüş kokusunu tanıyor çünkü
o çürüklüğün içindeki bir zamanlarki tazeliğininin aroması, rahiyası, kokusu burnunun tabanında hala sızlıyor çünkü
evet iğreniyor ama derinde bir yerlerde de hala bir hayranlığı barındırıyor
neye dönüştüğünün iğrendiği bir hayranlığı - evet çok da kötü olmamış derdi diyebilse
hatta evet şahane olmuşum bile derdi de, işte o işler öyle olmuyor
oraya gelemiyor, çünkü oraya gelebilmek mühürlenmiştir - kendisi olmamayı gerektirir
kendisi olmayabilmek çok büyük bir yürüyüş gerektirir - belki bir ömür boyu
herkes yürüyemez o yolu
ama işte oraya giden yolu baştan sona yürüyebilse
yavaş yavaş tüm o mikroskobik değişimlerini sindire sindire yürüyebilse
ah bir yürüyebilseydi
ah bir yürüyebilseydi sevecekti her şeyi, kucaklayabilecekti her şeyi
kendisi olmayabilecekti ve kendisi olmayabilseydi
o zaman kendisi ve diğerleri olmayacaktı
kendisi her şey ve her şey kendisi olacaktı

bu ilk karşı karşıya gelişi değil
kendisinden çıkarak evrilen aslında başka bir haliyle karşılaşmasının
biraz daha zaman geçmiş olsaydı
sonsuzlukla kıyaslanabilecek biraz daha zaman
daha çok başkalaşmış olsaydı eğer karşısındaki - artık biliyoruz ki kendisi
o zaman silinecekti kendisinden kalan bütün izler
silinmeyecekti de aslında, tanıyamayacağı kadar belirsizleşmiş, soluklaşmış olacaktı
o yumuşak toprağa bastığı taze ayak izinin üzerinden nice göç yolları, kervanlar, ordular gelip geçmiş olacaktı
işte o zaman düşünecekti ki bu bambaşka bir şeydir
ya ilkelliğin içinde çürümüş acınası, ya kendisine denk bir yabancı, ya da belki nasıl işlediğini anlayamadığı bir büyü-sihir-mucizevi-tanrısal bir gelişmişlik - önünde secde edilesi, boyun eğilesi, kendini kurban edilesi bir bilim-kurgu
onu ele geçirip-sömürmek, onunla arkadaş olmak, ona tapınmak-ibadet etmek istiyorum diye düşünecekti
yapmadığı şey de değil hani, her bir günü bunlarla geçiyor zaten

bu ilk karşı karşıya gelişi değil
kendisinden çıkarak evrilen aslında başka bir haliyle karşılaşmasının
her an, her saniye karşılaşıyor zaten
ortodoks bir antifonik ilahi gibi delip geçiyor ve titretiyor kalbinin tellerini 
ne zaman bir güneş ışığı vursa yıldız tozundan oluşmuş avuçlarına
ne zaman bir kazma inse yüreğine de, yıllanmış bir ceset gibi bir parça kömür ayrılsa madenin damarından
ne zaman sürü sürü kuzular yayılsa taze kır kokulu otlaklara
ne zaman bir aslan bir ceylanın boğazına dişlerini geçirse serengeti'de
ne zaman iki ordu farklı dinde ilahiler söyleyerek öldürmeye koşsa birbirilerini
ne zaman bir hırsız, bir yankesici elini uzatsa başkasının malına
ne zaman bir politikacı sövmek için dilini soksa yalan torbasına
ne zaman pamuk tarlasında bir maraba terlerini akıtsa öğle sıcağında toprak ağasının toprağına
ya da karanlık bir ara sokakta tecavüze uğrasa bir zenci kadın
karşılaşıyor ve yaşıyor
bu ilk karşı karşıya gelişi değil
ne de ilk fark edişi 
ve sürekli unutuşu

                                                                                                                Halkalı - İstanbul
                                                                                                                                                    04.04.2024





27 Şubat 2024 Salı

sanki

bazen koca bir ıssızlığın
bazen de bir ormanın ortasında durur ve
sessizliği dinler
sessizlik gibi görüneni ya da
dinler ve tanır
dinler ve tanır da
hiç bitmeyeceğini sanır
sessizliğin 

bazen bomboş bir gölü
bazen de akmayan bir nehri karşısına alır ve
yokluklarını görür
yokluk sandığı şeyi ya da
görür ve tanır
görür ve tanır da
hiç bitmeyeceğini sanır
yokluğun 

                                                               Halkalı - İstanbul,
                                                                            27.02.2024

13 Şubat 2024 Salı

Silik Kırmızı Çizgiler

Önceleri işe Marmaray + Metro ile gidiyordum. Halkalı Marmaray İstasyonu'na park parası veriyordum. 
İşe arabayla gidenlere, hele tüneli kullananlara savurgan, hesap bilmez kişiler olarak bakıyordum. Onları hemen yabancılaştırmıştım.
Üstelik her gün Marmaray - Metro arası yürümek, merdiven çıkmak, ofise yürümek de beni fit tutuyordu. Ayrıca Marmaray'da oturup çalışıyordum.
Halkalı Marmaray İstasyonu'nda park ücreti 20 TL'idi, sonra 50 oldu, sonra da 100 TL.
Bu park parasını vereceğime arabayla giderim daha karlı çıkarım dedim. Erken çıkınca arabayla 36 dk da işe gelebiliyordum. Marmaray ile 75 dk kadar sürüyordu.
Marmaray ile gitmek enayilikmiş diye düşündüm. Çünkü çok vakit kaybediyormuşum.
Sonra geç çıkınca trafik tıkandı. Dur kalk trafikte yakıt tüketimi çok yüksek, parayı yakıta vereceğime, tünelden gitmek daha karlı bile olabilir diye düşündüm. Üstelik işe erken giderek şirketime daha fazla katkıda bulunabilirim. Ayrıca yakıtın çevreye saldığı karbon emisyonunu azaltmak da çok çevreci bir davranış olur.
Home Office çalışanları hiç anlamıyorum. Evde nasıl konsantre olup verimli iş yapıyorlar. 
Ya hiç çalışmayanlar… Dünyaya hiçbir şey katmıyorlar.
Peki bunlara da empati yaparsak kırmızı çizgiyi nereye çekeceğiz?

11 Şubat 2024 Pazar

deneme

ve herkes zamanın ne kadar hızlı geçtiğini kendi deneyimleyecek
ne kadar söylense de, nesiller boyu tekrar edilse de
herkes zamanın ne kadar hızlı geçtiğini kendi deneyimleyecek

9 Haziran 2021 Çarşamba

kırıntı

uzun zaman sonra
bach çaldı
dünya değişti
ağaçlar daha yeşil
gökyüzü daha mavi
karanlık daha açık siyah

                               (İstanbul - Halkalı, 09.06.2021)

2 Eylül 2020 Çarşamba

kırıntı

bir şiiri unuttum
bütün şiirler unutulur
bütün şiirleri unuttum
bütün şaraplar biter
bütün güneşler batar
bütün şaraplar güneş

ellerimde çiçeksiz parmaklarım
çiçeksiz ellerimde bir elma

ellerimin zehri bütün dünyayı sardı

27 Ağustos 2020 Perşembe

olmadı ölürüz

olmadı ölürüz
hayattan alacağımız
ne kaldı hayıflanacak

ya tükettik hayallerimizi
ya da değmezmiş zaten

anlık mutluluklarsa
kesmiyor bizi artık

gözümüzde büyüttüğümüz
o koca evren
büyüsünü kaybetti
bütün o olasılıklar
bulutlar gibi geçti

bomboş bir gökyüzünün altında
uyanıyoruz her gün
rüyalarımızda da zaten
bomboş bir gökyüzü var
uyanmasak da olur

olmadı ölürüz

burada uyanıyorum düşümden
bulutlar gelip geçiyor gözümden

                                               İstanbul-Halkalı, 27.08.2020


21 Ağustos 2020 Cuma

kırıntı

kanatsız bir kelebek
yapraksız bir çiçektir

                              İstanbul, 21.08.2020

12 Temmuz 2020 Pazar

kırıntı

gökyüzü tıkanmıştı
yıldızların içinde

                              Halkalı-İstanbul, 12.07.2020